Dünyada gün geçtikçe artan nüfus doğal olarak gıda artışına neden olmaktadır. Nüfusla beraber besin ihtiyacı da artmakta ve mevcut durumda dahi üretilen besin miktarı nüfusu tamamen karşılayamamaktadır. Artan nüfusla beraber bu sorun daha da artacağından dolayı üretim potansiyelinin arttırılması gerekmektedir aynı zamanda dünya geneline baktığımızda enerji ve protein yetersizliğinin sebep olduğu malnütrisyon önemli bir sağlık sorunudur. Besin alımı, dengesiz ve yetersiz beslenmenin neden olduğu hastalıklar başta anne ve çocuk ölümlerine ek olarak sekonder hastalıklar ve iş gücü kaybına neden olmaktadır. Besin eksikliğinde temel sorunlardan birisi de et üretimidir. Giderek artan nüfus ve nüfusa yetişemeyen gıda sektörü sebebiyle hastalıkları önlemek ve nüfusu besleyebilmek için alternatif kaynaklar araştırılmaktadır. Nüfusa oranla tarım alanları hayvancılık üretiminde artış gerekmekte ve buna paralel doğrultuda karbondioksit salınımının artışı, çevresel sorunlar kaçınılmazdır. Bu nedenle kırmızı et üretimi ve tüketimi genel olarak bitkisel ürünlerin üretim ve tüketimine oranla daha yüksek oranda sera gazı salınımına ve çevresel yüke neden olmaktadır. Kırmızı et ürünlerinin üretim ve tüketiminin ekolojik ayak izine, toprak ayak izine, su ayak izine, sera gazı ve emisyonuna aynı zamanda çevresel yük olarak olumsuz etkisi fazla olduğu için hayvansal kaynaklı ürün tüketiminin sınırlandırılmasının yanı sıra buna ek olarak alternatif protein kaynağı tercihlerine yönelim önerilmektedir.
Yapay Et / Sentetik Et
Sentetik etin oluşum sebebi et tüketimi, üretimi ve pazarlaması süresinde ortaya çıkan çevreye etkisi su ayak izi, Sera gazı emisyonu, karbon ayak izi gibi, hayvan hakları sorunları, kaynak kıtlığı, üretim sorunlarını azaltabileceği hatta çözüm olabileceği düşünülmektedir. Frederick Edwin Smith ve Winston Churchill tarafından 1930 yıllarında geleneksel et üretime karşı bir alternatif olabileceği gerekçesiyle sentetik et üretiminden bahsedilmiştir. 30 Sentetik et in vitro olarak doku mühendisliği teknolojisine sahip laboratuvar ortamlarında üretilen eti ifade etmektedir. Sentetik et üretiminin temeli hayvanlardan alınan dokunun laboratuvar ortamında çoğaltılması yoluyla et üretimine dayanmaktadır. 2013 yılında Farmakolog olan Dr. Mar Post tarafından in vitro laboratuvar ortamında burger köftesi üretimiyle başlamıştır ve bu üretilen etin geleneksel ete benzerlik oranının çok yüksek olması sebebiyle geleneksel et yerine laboratuvar ortamında üretilebilen etin tüketilebilir olabileceği düşünülmüştür ancak üretilen bu etin hem maliyeti hem üretim süresinin oldukça uzun olması sebebiyle ticari olarak bu etin üretimi uygun bulunmamıştır.
Analog Et
Analog etler estetik ve besin değeri açısından geleneksel et ürünlerine oldukça benzemesinden dolayı alternatif protein sektörü tarafından en çok tercih edilen et ürünü analog et ürünleridir. Analog etlerin üretiminde yüksek maliyete sahip olan geleneksel hayvancılığa kıyasla çevresel etkisi düşük mantar, buğday, kolza tohumu, bakliyatlar, kanola ve buğday gibi bitkisel ürünlerden elde edilen protein kullanılarak görünüşü, tadı, kokusu ve besin değeri gibi özellikleri işlenerek üretilen alternatif et ürünleridir. Analog et üretiminin birçok olumlu yanı vardır bunlar analog et üretiminin mevsime bağlı olmaması her mevsimde aynı miktarda üretim yapılabilmesi, düşük maliyetleri, daha uzun raf ömrüne sahip olması sebebiyle alternatif et ürünleri arasında en ulaşılabilir, kullanılabilir ürün olarak düşünülmektedir. Küresel gıda pazarında günümüz döneminde et anologları endüstrisi devamlı ve hızlı olarak büyümektedir. Birçok zincir firmada et anologlarını vegan ya da etsiz et adı altında kendi ürünleri içerisinde kullanmaya başlamış ve satışlarında artış görüşmüştür. Geleneksel hayvancılıkla üretilen etin hem üretim hem tüketim her aşamasının çevresel yükü ve sera gazı emisyonu etkisinin oldukça fazla olduğu bilinmektedir buna kıyasla çevresel etkisi düşük olan anolog et tüketimine geçiş
sera gazı emisyonu, çevresel etkiyi düşürmek, iklim değişikliğini yavaşlatmak ve en önemlilerinden biri de sürdürülebilirlik açısından önem arz etmektedir.